Birkaç yıl önce, seattle özel olimpiyatları'nda, zihinsel özürlü olan dokuz yarışmacı 100 metre koşusu için başlama çizgisinde toplandılar. Başlama işareti ile birlikte hepsi birden yarışa başladılar. Bir hamlede başlamadılar belki ama, yarışı bitirmek ve kazanmak için istekliydiler. Yarış başlar başlamaz içlerinden genç bir delikanlı tökezleyip yere düştü ve ağlamaya başladı. Diğer sekiz yarışmacı genç delikanlının hıçkırıklarını duydular ve yavaşlayarak geriye baktılar. Sonra hepsi yönlerini değiştirdiler. Geriye dönerek genç delikanlının yanına geldiler. İçlerinden down sendromlu bir kız eğilip genç delikanlının yanağına bir öpücük kondurdu ve "-bu onun daha iyi olmasını sağlar" dedi. Sonra dokuzu birden kol kola girdiler ve bitiş çizgisine doğru hep birlikte yürüdüler. Stadyumdaki herkes ayağa kalkıp dakikalarca bu yürekli insanları alkışladılar. O gün orada bulunan herkes hala bu öyküyü anlatıyor. Çünkü öğrendikleri bir şey vardı; hayatta önemli olan şey sadece kendimiz için kazanmaktan ziyade, kimi zaman yavaşlamak anlamına gelse bile kendimizle birlikte diğerlerinin de kazanmasına yardım etmektir! ... Yarış bir ihtiyar, yaşlandığı için kendini yormamasını ve istirahat etmesini isteyenlere şu cevabı vermiş: eğer bir yarışa katılmış olsaydınız, hedefinize yaklaştığınızda yavaşlar mıydınız? churchill, avam kamarasında konuşurken, muhalif partiden bir kadın milletvekili, churchill' e kızgın kızgın söyle seslenir: - "Eğer, karınız olsaydım, kahvenizin içine zehir karıştırırdım." churchill, oldukça sakin kadına döner ve lafı yapıştırır: - "Hanımefendi, eğer karım siz olsaydınız, o kahveyi seve seve içerdim."
ZATEN SAĞANAK BEKLİYORDUM
Sokrates ve eşi bir türlü iyi geçinemezlermiş. bir gün eşi Sokrates'e verip veriştirmiş, ağzına geleni söylemiş. bakmış kocası hiç bir tepki göstermiyor; bir kova suyu alıp başından aşağı boşaltmış. Sokrat, gayet sakin: - "Bu kadar gök gürültüsünden sonra bir sağanak zaten bekliyordum" demiş. Kaynak: Ders Alınacak Hikayeler Kalın Sağlıcakla.
BUNA DEĞMİŞ, BUNA DEĞMEMİŞ
Nasreddin Hoca'nın komşusunun iri yarı toy bir delikanlı olan oğlu, sıcak bir yaz gününde ormana gidip odun hazırlamağa karar vermiş. Gittiği baltalık ormanda su yokmuş. Herkes heybesine bir testi su koyar öyle gidermiş. Delikanlı ise, "Su testisini taşıyacağıma iki üç karpuzu taşırım, daha iyi olur. Nasıl olsa dönüşte odunları sırtlayıp getireceğim. Birde toprak testimi kırmadan geri getirmeye uğraşmayayım" diye düşünmüş. Torbasına karpuzlarını koyup ormana gitmiş. İşe koyulmadan evvel bir karpuz yiyeyim demiş. Karpuzu kesmiş. Beğenmemiş, bir kenara atmış. Öbür karpuzları kesmiş, o karpuzlar da çok hammış, kaldırmış atmış. Kızmış karpuzların üstüne işemiş. Ormana gitmekte olan Nasreddin Hoca olayı görmüş. Yanına yaklaşınca : - "Delikanlı, ham da olsa nimete işenmez, tövbe et. Nimeti vereni gücendirirsin !" Demişse de delikanlı öfkesini yenip tövbe edememiş. Öğlen vaktine doğru, hem sıcaklardan hem de çalışmaktan dolayı iyice susamış. Etrafta su isteyebileceği hiç kimse yok. Su yok. Varmış ham karpuzların yanına. "Ona değdi, buna değmedi" diye diye attığı bütün karpuzları yemiş. Son parçalardan birini yemekteyken, ormanda işini bitirip, eşeğine odunlarını yükleyip dönen Nasreddin Hoca ile tekrar karşılaşmış. Hoca bir yenmiş karpuzların kabuklarına ve birde delikanlı'ya bakmış : - "Suphanallah, bak , becerip tövbeni yetiştiremedin. Rabbim ne kadar çabuk, senin çişini sana yedirdi! ..." demiş.
|