Moved Permanently

      Sultan Abdülmecit’in gördüğü rüya gerçekleşti ve iki kıtayı denizin altından birleştiren Marmaray Projesi hayata geçirildi.

     Dünyada başka örnekleri de var, ama Japon Başbakanı’nın söylediğine göre, bu onlardan en önemlisiymiş.

Başbakan’a göre yaklaşık 5 milyar dolara patlayan Marmaray’ın noksanları tamamlanmadan ve tam güvenlikli hale getirilmeden, yani acele edilerek hizmete sokulduğu ifade ediliyor.

     Bu acelenin, önümüzdeki yerel ve genel seçimler için, bir yatırım olarak yapıldığı söyleniyor. Bana sorarsanız, bu görüşe katılıyorum.

     Güvenilir kaynakların ileri sürdüğü iddialarsa, çok ciddi ve ürkütücü. Üsküdar-Sirkeci arasında ve denizin 62 metredeki dibine oturtulan tüplerin, bir deprem anında yırtılacağı ve içlerinin su ile dolacağı öne sürülüyor. Bu da, içindekilerin boğularak, kesin ölmeleri demek oluyor.

    İddia o ki projenin, böyle bir ya da başka herhangi bir tehlikeyi haber verecek bir sinyalizasyon sistemi bile henüz yapılmamış.

    Tüpler, beklenen Marmara depreminin kaynağını teşkil eden Kuzey Anadolu Fayı’na, sadece 16 km uzaklıktaymış.

    Tüplerin oturduğu zeminde beliren % 15’lik düşey sapma, toprak dolgu ile düzeltilmiş, ancak bu durum hiç de sağlıklı değilmiş. Projenin Danimarkalı Başmüdürü bu durumu kabullenemeyip, istifa etmiş.

    Bütün bunları öğrenen halk, Marmaray’a şimdiden “Ölüm Treni” demeye başlamış.

    Sizi bilemem, ama Vapurlar ve Boğaz Köprüleri varken, ben bu trene binmemeye kararlıyım.

AÇILIŞ TÖRENİ, GÖRKEMLİ OLMADI

Yalaka basın abartsa da, açılış töreni pek görkemli olmadı. Yabancı ülkelerden davet edilenlerden sadece Somali Cumhurbaşkanı ile Romanya Başbakanı açılışa katıldı. Japon Başbakanı, zaten projenin içindeydi.

      Ne ABD den,  ne de Avrupa’dan hiçbir lider törene katılmadı. Onları bırakın, hiçbir Arap ülkesinden de Devlet ve Hükümet Başkanı düzeyinde katılan olmadı.

Törende, Somali Cumhurbaşkanı’nın neden konuşturulduğunu ise, hiç kimse anlamadı.

     İşin ilginç yanı, düzenlenen tören yalaka basın yayın organlarının bütün gayretlerine rağmen, Cumhuriyet’imizin 90. Kuruluş yılı kutlamalarını, zerre kadar gölgeleyemedi.

Ne diyelim? Vatana, millete hayırlı olsun. Allah, kazadan beladan korusun.

                      AYASOFYA, İBADETE NEDEN KAPALI ?

      Fatih Sultan Mehmet, İstanbul’u aldıktan sonraki ilk Cuma Namazı’nı Ayasofya’da kıldı. Kilise olan Ayasofya, o günden sonra Cami’ye dönüştü ve tam 482 yıl süreyle Cami olarak hizmet verdi.

      Burada, önemli bir bilgiyi açıklayarak, Atatürk’e yapılan büyük bir  haksızlığı anlatmak istiyorum.

      Kamuoyunda bilinenin aksine Atatürk, Ayasofya’yı 1935 yılında Müze haline getirirken, bunu kendi arzusu ile yapmamıştır.

      O sırada, uluslararası platformda“Boğazlar Meselesi” görüşülüyordu. Fener Ortodoks Patrikhanesi’yle, bilhassa Moskova Ortodoks Kilisesi’nin bastırması üzerine, Ayasofya’nın Cami olmaktan çıkarılıp, tekrar Kilise yapılması isteniyordu.

      Atatürk, bu isteği kesin bir ifadeyle kabul etmedi. Stalin’in bastırması ve bu tavrının batılı ülkelerden destek bulması üzerine Atatürk, Ayasofya’nın Kilise olamayacağını, ancak Cami olmaktan da çıkarılıp Müzeye dönüştürülebileceğini söyleyince, bu teklif kabul gördü ve Ayasofya Müze yapıldı.

 Bir yıl sonra (1936 da) imzalanan Montrö  Boğazlar Anlaşması ile, Boğazlar bizim kontrolümüze bırakılmış ve Atatürk böylece, diplomatik bir başarıya daha imza atmıştı.

      Değerli okuyucularım, geçmişin ve bugünün koşullarında Ayasofya’nın tekrar Cami yapılması mümkün değildir.

      1976 ve 1977 yıllarında kısa bir süre vekaletenİstanbul Kültür Müdürü olarak görev yaptım. Görev alanıma giren bu konularda, çok ciddi bilgiler topladım ve ziyaretler yaptım.

      Ayasofya’nın Müze olarak kalması, İstanbul’un yabancılar gözündeki cazibesinin korunması bakımından gereklidir. Ayrıca, o bölgede Cami hususunda ciddi bir ihtiyaç da yoktur.

BATI TRAKYA’DA, BİR DİN ADAMIBİLE TAYİN EDEMİYORUZ!

    Batı Trakya’da soydaşlarımızın ve Müslümanların çoğunlukta oldukları bölgelerde, ne yazık ki bir din adamı bile tayin edemiyoruz.

    Lozan Anlaşması’nın “Mütekabiliyet Esası”na göre, Türkiye’deki öteki dinlerin ibadethanelerinin onarımlarına izin verdiğimiz halde, onlar aynı izini bize vermiyorlar. Oradaki Camilerimiz Mescitlerimiz, yıkılıp dökülüyor.

Bizdeki yabancı din adamlarının aksine, Yunanistan’daki Müslümanların İmam ve Müftülerini, Yunan Hükümeti tayin ediyor.

    Başbakan Erdoğan, geçen gün yana yakıla bu durumdan şikayet ediyordu.

    Durum ortada. Gücü yetiyorsa, bu sorunu çözsün. Hatta, gücü yetiyorsa Ayasofya’yı Cami olarak tekrar ibadete açsın.

İŞTE,HEYBELİADA RUHBAN OKULU, ÇOK İYİ BİR “KOZ” !

Ruhban Okulu, Hristiyan din adamı yetiştiren  hem bir Yüksek Okul, hem de Lise düzeyinde  bir okuldu. Heybeliada Rum Erkek Lisesi olarak anılan okul, 625 sayılı yasaya göre, Özel Okul statüsündeydi. Ve,İstanbul Milli Eğitim Müdürlüğü’nün denetimindeydi.

    1971 yılında Özel Yüksek Okullar kapatılınca, bu okul da kapandı.

   Okulu, iki defa gezdim. Adanın tepesinde kurulmuş, harika bir doğa manzarasına sahip. Tarihi özelliğiyle birlikte  bir din okulu olması, bahçesinde Rahip Mezarlarının bulunması, uzun zamandan beri kapalı olması, gezeni ürkütüyordu. Dini ve bilimsel eserlere sahip, çok zengin bir Kütüphanesi vardı.

     1994 yılında okulun tekrar açılması gündeme gelince, iki Müfettiş görevlendirerek, konuyu yerinde incelettim ve bir durum tespiti yaptım.

Bunu  öğrenen gazetecilerin yoğun baskısına rağmen, her hangi bir açıklama yapmadım.

      O gün, bu gündür,  okulun durumu kararsızlığını koruyor.

İstanbul Valiliği’ndeki bir görüşmemizde Patrik  Bartholomeos bana, “Müdür bey, bu okulu açın. Din adamlarımızı dışarıda değil,  bu memlekette yetiştirelim. Bu durum, ülkemizin hayrına olur.” dedi, ama esas niyetinin ne olduğunu tabii ki bilemezdim.

     Hükümet, bütün beklentilere rağmen açıkladığı “DemokratikleşmePaketi”nde, bu konuya yer vermedi. Konunun, “Kürk Açılımı” ile zaten hiç bir ilgisi yok. Kürt Meselesi’nin içine sokulmasının nedeni bilinemiyor.

     Bilinen bir husus varsa, bu konu hükümetin elinde çok önemli bir kozdur.

    Ayasofya’nın, Müslüman ibadetine kapatılmasını isteyen ve bunu başaran Rusya dahil bütün batılı ülkeler, bu okulun açılmasını istiyorlar.

     O halde, bu kozu çok iyi kullanmamız gerekiyor.“Okulun, bu şartlar altında kapalı tutulması, bu ülkenin hayrınadır.”

     Başbakan, geçen hafta aynı durumu söylüyor ve bu durumdan yakınıyordu. Ancak, onun “siyah” dediğine, bir gün sonra “beyaz” dediği çok görüldü. Böyle bir hata yaparsa, bu vebalin altındanhiçbir zaman kalkamaz.

                                                    ***

Başbakan’ın, Büyük Ayıbı !

     29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’nın ÇankayaKöşkü’ndeki kutlamaları sırasında, Başbakan Erdoğan’ın büyük bir ayıbına tanık olduk.

      Başbakan, kutlamalar sırasında Genel Kurmay Başkanı’nın elini sıktıktan sonra, onun yanında duran Ana Muhalefet Partisi ve CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun elini sıkmadı.

      Bu durum, orada bulunan herkesin dikkatini çekerken, TV’lerden canlı yayını izleyen vatandaşların da dikkatinden kaçmadı. Başbakan bu hareketi ile, büyük bir insanlık ve siyaset ayıbı yapmıştı.

Ünlü İngiliz Başbakanı Churchıl (Çörçil), Muhalefet Partisi Başkanı’nın paltosunu tutunca Parti Başkanı buna itiraz etmiş, Çörçilse buna direnmiş ve paltoyu giydirmişti.

      Sonra da Başkana dönüp, “Merak etme, ben bu paltoyu tutsam da Çörçil’im, tutmasam da yine Çörçil’im.” diyerek espriyi patlatmış ve büyüklüğünü göstermişti.

      Eskiler, ne güzel söylemişler. “Öfke gelir göz kararır, öfke gider yüz kızarır.”Diye.

      Ben, Başbakan’ın yüzünün kızardığını hiç görmedim. Demek ki, üzerindeki kin ve öfke hiç gitmiyor.

             Gözden Kaçmayanlar

·    Mülkiye Müfettişi iken, Belediye Başkanı Tayyip Erdoğan’ı aklayan ve şimdi Adana Valisi olan zat, Cumhuriyet Bayramı kutlamaları sırasında Bayraklı ve Atatürk’lü rozetlerin dağıtılmasını engellemiş. Belediye Başkanı, bu duruma büyük tepki göstermiş.

Böyle bir Vali’den, başka ne beklenir ki?

·    Polis, hiçbir olay çıkarmadan Cumhuriyet Bayramı kutlamalarına katılan kimi vatandaşlara, İstanbul’da yine engel olmak istemiş.

Demek ki, Adana Valisi’nden geri kalmamışlar.  

·    Cumhurbaşkanı Abdullah Gül, Anıtkabir Özel Defteri’ne, “Atam, emanetine kararlılıkla sahip çıkıyoruz.” Diye yazmış.

Atatürk’ün emaneti Türkiye Cumhuriyeti’nin kısaltılmışı olan “T.C”ler, bir bir kaldırılırken, Cumhurbaşkanı’na acaba kim inanır?