Ummadığım ve ummadığın bir anda çıktın karşıma. Arkamı döndüğüm de gözlerime değmişti gözlerin. Ve öyle bir gülümsedin ki başladı en güzel hikayem. Coşkun ırmaklar gibi, amansız seller gibi geldin. Biliyordum, mutlaka yıkarak ve benden birçok şeyleri beraberinde sürükleyerek gidecektin.
Bu selin akışını hiçbir şey durduramaz artık. Bana tatmadığım hüzünleri tattıracak, bilmediğim kederleri öğreteceksin. Acıdan yana ne kalmışsa yaşamadığım hepsini bir bir sen yaşatacaksın bana. Bir gün yaşamanın gereksizliğini de senden öğreneceğim. Halbuki sen kalemi elime aldığımda ister istemez kağıda dökülen sözlerin sebebisin. Sol yanımı emanet ettiğim, bir ömür kollarında yaşlanma hayali kurduğumsun. Sırtımı yasladığım çınarımsın. Madem öyle neden gidiyorsun diyeceksin? İnan bilmiyorum bende yüreğimi yaralayan beni ölümden beter edecek bu kararı nasıl alıyorum?
İki beden veda ederken birbirine yürekler nasıl da kenetlenmiş! İki ruh öylesine sarılmış ki hiç ayrılmamak üzere… Mantığım arkana bile bakmadan hızla uzaklaş demekte. Yüreğim ise her şeye ve herkese inat sarılmış yüreğine yenilmeyelim diye sessiz çığlıklar peşinde. Nasıl kopacak et tırnaktan bilmiyorum? Kolay olmayacak evet haklısın belki de başaramayacağım. İnan elimden gelen her ne ise yapacağım. Olmaz çünkü olmamalı. Seninle geleceğimizin olmadığı gece ve gündüz kadar belli iken, sırf biz mutlu olalım diye o kadar insan üzülmemeli…
Hayatta hiçbir şey bir çocuğun gülümsemesinden değerli değil. Eve gittiğinde kucağına atlayan sarılıp boynuna gününün nasıl geçtiğini bir heves ve heyecanla tek solukta anlatan o güzel gözler hüzün nedir bilmemeli. Ve sen sevgili mahrum kalmamalısın o gülümseyen gözlerden. Tanık olmalısın o küçücük yüreğin kocaman bir genç oluşuna. Yanında yakınında olmalı her tökezlediklerinde ellerinden tutmalısın. Ve onlar sahipsizmiş gibi hissetmemeli, her ne yaşanırsa yaşansın hiç yıkılmayan dağları olmalısın o masum yüreklerin.
Ya biz ne olacağız dediğini duyar gibiyim. Bizim yüreğimiz ateşlerde kavrulmaya o kadar alışık ki zaten hüzünlenmek acı çekmek işlemiş bedenimize, ruhumuza. Bu yaştan sonra ne olacak sanki. Bizim yaslanmış yüreğimizden daha değerli değil mi? O masum gözlerin gülümsemesi. Hem sevmek razı olmaktı her şeye. “Sevdiğini mertçe seven kişi pervane gibi özler ateşi… Sevip de yanmaktan korkanın, masal anlatmaktır bütün işi…” dememiş miydi Mevlana? Ben sana yüreğimi teslim ederken baştan kabullendim aslında iyi ve güzel olan nasıl birlikte yaşandıysa, acı keder de o denli güzel ve yaşanmaya değer. Senden gelen dertte keder de başım gözüm üstüne…
Bana müsaade, beni bekleyen uzun, bitmek bilmeyen, gözyaşı dolu günlerim var. Ve helal etme hakkını. Etme ki öbür dünya da karşılaşma ümidim olsun. Bu dünyada olmadı belki diğerinde diye teselli edeyim kendimi. Sığınacak başka cümle yok artık. Acıyı hafifletecek ilaç yok. Yara bantlarına saracağım yüreğimi. Biliyorsun hep derim; “ Yara bantları, yarayı iyileştirmek için değil, yarayı saklamak içindir” diye. İyice sarıp sarmalayıp yüreğimi, saklayacağım seni yüreğimde ki yarada. En güzel hikayemdin, şimdi en güzel yaram oldun…
Öyle bir yandı ki yüreğim sende, öyle bir aşk ki hep yürüyor ama şuradan şuraya gitmiyor. Olduğum yerde sayıyorum yani. Olduğum yer seni sayıklıyor. Ve biz kaderimizdekini yaşarız, yüreğimizdekini değil unutma…
Bu nasıl bir veda… Hoşça kal sol yanım, erkeğim beni kokla. Beni kokla ve uğurla. Dönmeyebilirim. Kokumu unutma… |