Değerli okuyucularım, bugün aklıma ilginç bir masal geldi. Masalda Tilki hep karlı çıkıyor. Ayı ise zararlı çıkıyor. Masal şölye:
Bir varmış, bir yokmuş. Ülkelerden bir ülkede, günlerden bir gün, bir ayı ile tilki arkadaş olmuşlar..
Tilki, ayıya demiş ki: “Madem arkadaş olduk, birlik olarak hareket etmeliyiz. Her konuda birbirimize yardımcı olmalıyız. Gel, seni bildiğim güzel bir üzüm bağına götüreyim, sayemde karnın doysun…”
“İyi ya” demiş ayı. ”Gidelim…”
Az gitmişler, uz gitmişler, dere tepe düz gitmişler. Sonunda tilkinin bahsettiği bağa varmışlar. Bağ öyle güzel bir bağmış ki; bağ gerçekten de bağmış… Salkımlar dolu dolu duruyor adet bir bulut gibi bahçeyi kaplıyormuş…
Ayı ile tilki dalmışlar bağa, üzümleri bir güzel yemeye başlamışlar… tıka basa yemişler… Sonunda tilki doymuş… Ayıya: “E, hadi” demiş. “Doydunsa gidelim artık. Burası sahil lokantası değil. Neredeyse bağın sahibi gelir, bizi doğduğumuza pişman eder…”
Ayı, homur homur homurdanmış: “Biraz daha bekle” demiş. “Daha karnım doymadı… Birkaç salkım üzüm daha yiyeyim, hemen gideriz…”
Adı üstünde ayı bu doymak bilmez ki.. Bir salkım, bir salkım daha… Sonunda bağın diğer ucundan, bağ sahibi görünmüş… Tilki, sıtma tutmuş gibi titremeye başlamış. Nasıl titremesin? Bağ sahibinin elinde kocaman bir değnek, yanında da canavar gibi bir köpek varmış… Ayıya seslenmiş: “Ben kaçıyorum ayı kardeş… Sen de kaçıp canını kurtar…”
Tilki, sözünü bitirir bitirmez tabanları yağlamış ve tepeyi tutmuş. Ayı, hamur humur diyene kadar, bağ sahibi yakınlaşmış ve köpeğine tut demiş… Zavallı ayı, o ağır gövdesi, şişkin karnıyla hay diyene kadar köpek yetişmiş.
Üstelik ayının ayağı kapana kısılmaz mı?.. Bağ sahibi gelmiş. Elindeki sopayla tuzaktaki ayıya vermiş sopayı, vermiş sopayı… Köpek de, kaba yeri burası, ense kökü şurası diyerek sivri dişleriyle ısırmış durmuş…
Sonunda, nasıl olmuşsa ayı kurtulmuş. Tabii buna kurtulmak denirse… Zavallı ayı, tokaçla dere kenarında dövülmüş, Türkmen kilimine dönmüş… Zor belâ kendini tilkinin yanına atmış. İnleyerek: “Yahu” demiş. “Sen ne biçim arkadaşsın?.. Yardıma bile gelmedin… Hiç olmazsa bir taş yuvarlayıp köpeğin dikkatini dağıtabilirdin…”
Tilki, omuz silkmiş: “Sana kaçman için haber verdim ya…” demiş pişkin pişkin… Neyse, bu da böyle geçmiş… Gel zaman, git zaman, tilki yeni bir teklif getirmiş. Ayıya demiş ki: “Gel seninle bir tarla ekelim… Onun bunun bağına girip, hırsızlık yapacağımıza, kendi alın terimizle üretelim…”
Ayı kabul etmiş. Sonra da: “Peki ürünümüzü nasıl bölüşeceğiz?” diye sormuş.
Tilki, tilkice gülmüş: “Seninki de laf mı yani ayı kardeş” demiş. “Biz arkadaşız. Eşit olarak bölüşürüz. Ama, yine de senin dediğin olsun. Çünkü seni hem sever, hem de sayarım… Mesela, tercih hakkı senin olsun. Ekeceğimiz şeyin yapraklarını mı, yani toprak üstünde kalan kısmını mı istersin, yoksa toprak altında kalan kısmını mı?…”
Ayı biraz düşünmüş… Ehh, ayı ne kadar düşünebilirse… Sonra da: “Fark etmez dostum” demiş. “Ama, madem tercih hakkını bana verdin, o halde toprağın altındaki kısmını isterim… Ben eşmeyi çok severim.”
“İyi ya” demiş tilki. “Anlaştık… Hemen işe başlayalım. Ben önden gidip, tarlada kuyruğumla iz yapayım, sen arkam sıra pençelerinle yeri kaz… Yani karasaban görevi yap. Sonra da tohumu ben ekerim…”
Tilki önden yürümüş, kuyruğuyla çizgi çizmiş; zavallı ayı, kan ter içinde toprağı pençeleriyle yarmış… Sonunda tarla sürülmüş. Ve tilki, buğday ekmiş…
Zaman geçmiş, yağmur yağıp, güneş açmış… Buğdaylar başağa durmuş. Sıra gelmiş mahsulü kaldırmaya… Tilki, başakları bir güzel toplamış, harman edip, buğdaylarını almış …
Sıra gelmiş ayıya… Zavallı ayı, boş yere onca tarlayı eşip deşmiş… Ne çıkacak?.. Bir ince kök, biraz saçak…
|