Menfaat ve çıkar, çoğu zaman haksızlığında kaynağıdır. Çünkü bir toplumda birilerinin menfaatine olan bir olgu, çoğu zaman diğerlerinin hak kaybına yol açmaktadır. Toplum içinde ‘bileşik kaplar prensibi’ gibi çalışan bu mekanizmada ‘menfaat’ ,denge halindeki ‘hak’ kavramını her zaman bozan unsurdur.
Menfaat sandalyeye benzer. Başında taşırsan seni küçültür, ayağının altına alırsan yükseltir.
En güçlü dostlukları bile tek kalemde silebilen bir güce sahiptir.
Menfaati olmayan adam ve kadın genel neşelendirmek, eğlendirmek, faydalanmak, yararlandırmak, menfaatlendirmek, birine bir şeyi istimal veyahut temlik ettirip kar ve menfaat vermek, tattırmak, temettü etmek, nimet devam etmek, sevinmek, bir şeyi uzatmak, Allah ömrünü uzatmak, boşanan kadına muta vermek, faydalandırmak, muammer kılmak, mutalanmak, neşe ve zevk almak genel kapıyı kapamak, hayvanın çok yormakla beraber aç bırakmak, iyi beslememek, bırakmak, yabana atmak, bir yerin hayır ve menfaati kalmamak, tencere köpürüp köpüğünü etrafa saçma gibi. Menfaat ve çıkarcılık böyledir.
İnsanoğlunun kabul edemeyeceği veya kabul ettiğini inkar edemeyeceği bir durum yok. Aksini söyleyenlerin fikirlerini merakla bekliyorum. Toplum öyle bir hale gelmiş ki; çıkar uğruna herkes her şeyi yapmakta kendini özgür kılabiliyor. Hatta başkasının hürriyetine zarar vermek suretiyle kendi hürriyetinin sınırlarını dahi genişletip; kişilikmiş, saygınlıkmış, inançmış, fıtratmış her birini bir anda bir kenara itebiliyor. Menfaatleri neyi gerektiriyorsa gereken duruma hazır hale gelebiliyor, yazık.
Bu yazımda paylaşacağım hikaye de menfaat ve çıkarları uğruna inanç sahibi olmayanların menfaat ve çıkarları uğruna nasıl bir anda inançlı gözükebildiklerini ve kimi inançlıların ise çıkarları uğruna nasıl inançlarını inkar ettiklerini derin anlamlarla anlatıyor.
Günün birinde küçük kasabada bir caminin tam karşısında arazisi olan adam, arazisi üzerine bir genelev inşa etmeye başlamış. İmam ve cemaat buna şiddetle itiraz etmişler, ancak mal sahibinin kendi arazisi üzerine nasıl bir iş yeri açacağına da yasal olarak karşı çıkamamışlar. Tüm cemaatin tek yapabildiği şey, imamın öncülüğünde bu genelev için her gün beddua etmekten öteye geçememiş.
İnşaat ilerlemiş ve açılışına birkaç gün kala her nasılsa şiddetli bir yıldırım düşmesi sonucu genelev yerle bir olmuş. Caminin cemaati bu olaydan duydukları büyük memnuniyeti saklamaya gerek görmemişler, ancak genelev sahibi adam, cami imamının ve cemaatin direk veya indirek olarak bu hasardan sorumlu oldukları iddiası ile camiye karşı tazminat davası açmış.
Cami imamı ve cemaat, savcılığa verdikleri savunmalarında bu konuda herhangi bir şekilde sorumlu tutulmalarına şiddetle itiraz etmişler.
Bu olayın kendi dualarından dolayı meydana gelmiş olabileceği iddiasını da kabul etmemişler. Gerekli tüm belgeler tamamlanıp mahkemeye günü geldiğinde hakim dosyayı dikkatle incelemiş ve taraflara dönüp:
"Bu konuda nasıl bir hüküm verebileceğimi bilmiyorum," demiş.
Ancak dosyadaki tutanaklara bakarsak ortada tuhaf bir durum var.
Taraflardan birisi duanın gücüne inanan bir genelev sahibi, diğeri ise duanın gücüne kesinlikle inanmayan bir imam ve cemaati…