Kurda sormuşlar;
"Ensen niye kalın?" diye.
"Kendi işimi kendim görürüm de ondan" demiş.
Deveye de sormuşlar;
"Boynun neden eğri?"
"Nerem doğru ki?" demiş.
Türk atalara sormuşlar;
"İnsanlar için hayvanları konuşur hale getirmenizin anlamı nedir?" diye.
"Hayvanlar koklaşa koklaşa, insanlar konuşa konuşa anlaşır" demişler.
Jack London'a sormuşlar;
"İnsanlık hakkında ne düşünüyorsunuz?" diye.
"Dişisine kötü davranan tek hayvan insandır" demiş.
Mikhail Kalashnikov'a sormuşlar;
"Sayısız insanın ölümüne neden olan bu silahı icat etmekten dolayı pişmanlık duymuyor musunuz?" diye.
"Hayır. Ben onu icat etmemiş olsaydım bile, insanlık kendini öldürmek için yine birşeyler icat edecekti" demiş.
Sahile vurmuş denizyıldızlarını tekrar denize atan adama sormuşlar;
"Birkaç tanesini kurtardın da ne değişti?" diye.
"Onun için çok şey değişti" demiş bir tane daha attıktan sonra.
Hitler'e sormuşlar;
"İnsanlık adına ne planlıyorsunuz?" diye.
"Tanrı'ya insansız bir dünya bırakmak" demiş.
Dedikoducu bir kadına sormuşlar;
"Yaptığın ayıp değil mi?" diye.
"Aman canım, Allah'ın bildiğini kuldan saklamaya ne hacet? Kahveleri hazırla da iki çift laflayalım" demiş.
Hapisteki hırsıza sormuşlar;
"Ayıp değil mi? Utan mıyor musunuz?" diye.
"Çalarım ama cana kıymam, o kadar kötü değilim" demiş.
Katile de aynısını sormuşlar;
"Öldürdüm ama çalmadım, o kadar adi değilim" demiş.
Dostoyevski'ye sormuşlar;
"İyi insan kimdir?" diye.
"İyi insan, gülüşünü sevdiğimiz kişidir" demiş.
Hz. Mevlana' ya sormuşlar;
"İnsanları tüm gücümüzle sevmeli miyiz?"
"İnsanları tanımak için tüm gücünüzü verin, ama tüm sevginizi vermeyin. Onları tanımaya başladıkça verdiğiniz sevgiye acıyacaksınız" demiş.
Ernest Hemingway'e sormuşlar;
"İyi bir yazarın geçmişinde varlığı şart olan bir şey varsa o şey nedir?"
"Zor bir çocukluk dönemi" demiş.
Kimisine cevabından önce, kimisine de cevabından sonra sormuşlar.
Sormuşlar da sormuşlar.
Kaynak: Kayhan Yıldız
Kalın sağlıcakla.
KEDİ NERDE
Nasreddin Hoca, kasaptan iki kilo et alır, eve gelir.Karısına, akşama et yemeği yapmasını söyler. Yeniden işine döner.
Hoca gidince, karısı yemeği pişirir. Sonra da komşularını çağırır onlara bir yemek ziyafeti çeker. Akşam olunca Hoca eve gelir. Karısı sofrayı hazırlar. Bir tabak bulgur pilâvını Hoca’nın önüne koyar. Hoca pilâvı görünce şaşırır:
-Hanım, hani et yemeği yapacaktın? Bunun için sana gündüzün, kasaptan aldığım eti getirmiştim… Karısı, üzgün üzgün önünde bir süre durur. Sonra, başını önüne eğerek:
-Ah Efendi, sorma! Bizim hınzır kedi, etin epsini yemiş.. der.
Bu duruma çok kızan Hoca, oturduğu yerden fırlar, eline bir sopa alır. Kediyi, iyice döğmeye karar verir. Bir köşede büzülüp oturmakta olan sıska kediyi görünce kuşkulanır. Karısına:
-Bana hemen teraziyi getir, der.
Terazi gelince, Nasreddin Hoca, keditartar. Kedi, iki kilo ağırlığındadır. Büsbütün şaşıran Hoca, karısına:
-Kedinin ağırlığı iki kilo, kasaptan, aldığım et nerede? Diyelimki et budur, kedi nerede?