|
||
Celil Eren Öldü mü Öldürüldü mü? | ||
Köşe Yazıları Haberi | ||
Saray C. Savcılığı’nın, dosyayı kapattığını öğrendik. Celil Eren’in “ecel”e mi, yoksa bir “cinayet”e mi kurban gittiğini öğrenemedik. Yakından tanıyanları ve eşi Zeynep Hanım “cinayet” diyor.
Celil Eren, Saray’ın Küçükyoncalı Köyü’nden. Yani, beni doğduğum köyden. Yoksul bir aileden geliyor. Maddi imkansızlıktan okuyamamış. Babadan taşınır, taşınmaz göze batan bir mal da kalmayınca, iş bulmak için köyünü terk etmiş. Kendisi gibi yoksul bir aileden gelen Zeynep Hanım’la evlenmiş. Geçinmek daha da zorlaşınca, tekrar köyüne dönmüş ve çoban olmuş. Ne var ki kendi hayvanlarına değil, başkasının malını güden bir çoban olmak zorunda kalmış. Hakkını savunamayınca, hep düşük ücretlerle çalıştırılmış. Biraz daha hak isteyince, işinden çıkarılmış ve bu defa başka kişilere çoban olmuş. Son olarak Saray’da iş bulan Celil’in, 12 Eylül 2008 Cuma günü, Saray Devlet Hastanesi’nin arkasında ve koyunlarının yakınında cesedi bulunmuş. Şüpheli bulunan ölüm üzerine gerekli araştırma ve inceleme yapılmış, ama işin arkası gelmemiş. Çünkü, arayıp soran olmayınca, gerçekler öğrenilemeden konu kapanmış ve unutulmuş. ZEYNEP HANIM; “KOCAM ÖLDÜRÜLDÜ !” Celil, zor kazanıyor ve çok zor geçiniyordu. Günlerce, bazen haftalarca evine gelmiyor. Geldiği zaman da, eşine biraz harçlık bırakıp, tekrar işine dönüyordu. Böyle yaptığını, tesadüfi bir karşılaşmamızda hem kendisinden, hem de eşinden öğrenmiştim. Zeynep Hanım, eşinin sıkıntılarını ve yalnızlığını içki ile dağıttığını, arkadaş edindiği ya da tanıştığı bazı kişilerle bazen kavga ettiğini, ancak bu sıkıntıların bir kısmını kendisiyle paylaşmadığını söylemişti. Celil’in ölümünden sonra, Zeynep Hanım’la tekrar konuştum. Konu hemen açılınca, açık ve kesin konuştu. “Kocam ölmedi, öldürüldü !” dedi. “Nereden biliyorsun?” dediğimde, “Benim bazı kuşkularım vardı. Ölümünden birkaç gün önce sıkıntılarını anlatınca, başına bir şeyin geleceğini tahmin ettim. Ve, tahminim doğru çıktı.” Kimi köylüler de, Zeynep Hanım’ın iddialarını doğruluyor ve Celil’in eceliyle ölmediğini ve öldürüldüğünü tahmin ettiklerini söylüyorlardı. Konu, Polis ve Yargı’da olduğu için herkes gibi sonucunu bekledik. Hatta, her gün yaşadığımız, duyduğumuz çeşitli olaylar sebebiyle bu olayı unuttuk bile. Köyde yalnız yaşamaya devam eden Zeynep Hanım’la da, o sebeple bir daha görüşemedik. Celil’in ölümünden 2 yıl sonra, 29 Kasım 2010 günü Zeynep Hanım da vefat edince, Celil’in ölümündeki sır perdesi aralanmadan, öylece örtülü vaziyette kaldı. Onunla görüşemediğimiz bu 2 yıl içinde, eşinin ölümüyle ilgili bir bilgiye ulaşıp ulaşmadığını, ulaşmış ise bunu kimlerle paylaştığını da bilmiyoruz. Tek bildiğimiz, Zeynep Hanım’ın eşinin eceliyle ölmediğini ve öldürüldüğünü açık bir dille söylemesiydi. Zeynep Hanım yaşlıca ve hasta bir kadındı. Ayakta zor duruyor, ilaçlarla yaşıyordu. Kızı ve damadıyla, seyrek görüştüğünü duymuştum. Bildiklerini, yetkili makamlara gidip de söylemesi ve eşinin hakkını araması, bu sebeple mümkün değildi. Ama, devletin hukuku yani yargı, kimsesiz de olsalar, herkesin hakkını arayan bir güçtü. Belki, aradı da biz bilmiyoruz. Hiç kimse bilmiyor. Bilinen bir şey varsa, bu yazının kaleme alındığı gün itibariyle Celil’in ölümünün üstünden 4 yıl, 11 ay, 16 gün geçti. Zeynep Hanım ise, 2 yıl, 8 ay, 29 gün önce hayatını kaybetti. Atatürk döneminin Adliye Vekili Mahmut Esat Beye göre, C.Savcıları keyfi ve haksız yere hiçbir dosyayı kapatmazdı. Fırat Nehri’nin kıyısında koyununu kaybeden Çoban’ın bile hakkını gözetirlerdi. Biz, koyundan geçtik, Çoban’ın yaşama hakkını arıyoruz. Mahmut Esat Bey gibi, biz de Savcılarımıza güveniyoruz. Saray’ın genç C. Savcılarına... *** Zaruri Bir Açıklama Bu köşeyi izleyen okuyucularımın da bildiği gibi, yazılarımın çoğunun konusunu okuyucularımız belirliyor. Okuyucularımız, resmimin altındaki telefonla ya da bizzat ulaşarak, dile getirilmesini istedikleri konuları belirtiyor, ben de çok istek alan ve ilgi çekenlerini okuyucularımla paylaşıyorum. Hatırlanacağı üzere, geçtiğimiz günlerde Diyanet Vakfı için Cami kapılarında toplanan yardımlardan söz edip, bunun doğru olmadığını, Diyanet Vakfı’nın Hac ve Umre gelirleri dahil çok önemli gelirlerinin ve gelir kaynaklarının olduğunu ve Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da, 8 Bakanlığın bütçelerinin toplamından fazla bir bütçeye sahip olduğunu yazmıştım. Bu sözlerimi, bir kere daha tekrar ediyorum. Din hizmetlerini yürüten kimi çevreler ve buralarda görev alan kimi dostlarım, ibadet yerlerinde daha kolay ve daha iyi hizmet verebilmek için bu yardımları istemek zorunda olduklarını ifade etseler de, yazılarımda onları hedef alan ya da eleştiren hiçbir ifadem ve düşüncem olmamıştır. Benim eleştirimin, esas 2 nedeni vardır. Birincisi, Cami önlerinde yardım toplamak yerine, devlet bütün kamu kurumlarına yaptığı gibi, yine birer kamu kurumu olan ibadet mahallerine de ödenek göndermeli ve gerekli yardımı yapmalıdır. Çok zengin bütçeli Diyanet İşleri Başkanlığı ve bünyesindeki Diyanet Vakfı, bu konuda yeterli, yetkili ve sorumludur. İkinci nedeni ise, yardım toplamaya zorlanan Din Görevlileri’nin, istekte bulunurken ne kadar zorlandıklarını, hatta kimi durumlarda utandıklarını çok iyi bildiğim ve halkımızla birlikte gördüğüm için, verilen bu emirler onların üzerinde bir zulümdür. BİR ANEKDOT Mezhep İmamlarından Maliki, Irak’ın Küfe şehrindeki bir Mescit’e namaza gider. Namaz sonrası İmam’la beraber Mescit’ten çıkarken, kapının önünde kapalı bir kutu görür. İmam’a, bunun ne olduğunu sorar. Mescit için yardım toplanan bir kutu olduğunu öğrenince, “Bu Mescit’te, böyle bir şeyin yapıldığını bilseydim, burada namaz kılmazdım.” der. İbadethanelerin bakımı, onarımı, kısaca ihyası için elbette yardım toplanabilir. Ancak, bunun sık sık tekrarlanmaması, devletin kamu gelirlerini ve harcamalarını düzenlerken, diğer kurumlar gibi ibadethaneleri de düşünmesi gerekir. Konuyla ilgilenmedeki muradım, işte bundan ibarettir. |
||
|
||
Etiketler: |
|
Bu modül kullanıcı tarafından yönetilir, ister kod girilir ister iframe ile içerik çekilir. Toplamda kullanıcı 5 modül ekleme hakkına sahiptir, bu modül dahil tüm sağdaki modüller manuel olarak sıralanabilir.