Şaşılacak Şeyler
Gündüz gazeteleri okuyor, akşamları ise televizyonları izliyorum. Ülkemizde, her gün yaşanan ve haber yapılan şaşırtıcı olaylar, insanı ürkütüyor ve korkutuyor. Şimdi, benim gibi herkes soruyor; “Bu işin sonu, acaba nereye varacak?”
Öyle bir ülkede yaşıyoruz ki, her gün olup bitenleri duyup da şaşmamak elde değil. Gazetelere bakıyorsunuz, korkutan, ürküten, düşündüren, insana umutsuzluk veren, hatta gelecekteki hayallerimizi karartan haberler ve olmaması gereken olaylarla dolu. Akşam televizyonun karşısına geçince, bu defa aynı olayların tekrarını, hem de canlı olarak seyrediyorsunuz. Ve her gün öncekileri unutmadan, yenileriyle karşılaşıyorsunuz.
İki gün önce, sadece bir gazetenin sayfalarında şaşırtıcı, ürkütücü, “Bu ne biçim memleket?” dedirten tam 8 haber okudum. Aynı gün, televizyon kanallarını bir çırpıda dolaşıp, bunların ve daha fazlasının canlı görüntülerini izledim. Bazıları o kadar ürkütücü ve can sıkıcı geldi ki, izlemek bile istemedim, kanalı zaplayıp geçtim.
Bugün, bunlardan sadece bir kaçını seçip, kısaltarak bu sütuna taşımak istiyorum. Bu olup bitenlerden, kimin ne kadar etkilendiğini bilemem. Bildiğim bir şey varsa, halkımızın olup bitenlere kayıtsız kalması, tepki vermemesi, ancak kendi canı yandığı zaman aklının başına gelmesidir. O zaman da, üzülmenin, yakınmanın hiçbir fayda getirmemesidir. İşte size, bu memlekette tepkisizlikten sıradanlaşan sadece bir kaç olay...
Deprem Tehlikesine Aldıran Yok !
Ülkemizin değişik yörelerinde sık sık deprem olduğunu duyuyoruz. Kütahya’nın Simav ilçesi bir yıldır sallanıyor. Geçen hafta, Elazığ’ın Karakoçan İlçesi sallandı. Hasar büyük, ölenler ve yaralananlar var. Halk sokaklarda ve çadırlarda.
Buna rağmen kapıda bekleyen “İstanbul depremi” için parmağını oynatan yok. Oysa, büyüklüğü tahmin edilebilen depreme dayanıksız İstanbul’da tam 790.000 bina olduğu söyleniyor. Bu depremde, en az 100.000 kişinin hayatını kaybedeceği iddia ediliyor. Devlet, tam bir uykuda. İstanbul Belediyesi ise, on yıl sonra nihayet uyandı. Hükümetin, İstanbul depremi için özel bir kanun çıkarmasını istiyor. Ama, hiç kimsenin aldırış ettiği yok.
Anlaşılan, büyük bir faciayı yaşamadan aklımız başımıza gelmeyecek. Herkes,bu kötü akıbeti büyük bir tevekkülle bekliyor.Ne diyeyim?Bravo bize (!)
“Genel Af ” da Nereden Çıktı?
Birkaç günden beri, her yerde bir “genel af ” konuşuluyor. İktidar, “Böyle bir şey yok” dese de, affı en çok AKP istiyor. Çünkü, yürütmekte kararlı olduğu “Kürt açılımı” için, çözümü bir “genel af” ta görüyor. Af, genel olduğu takdirde teröristleri af ederken, “Terörist başı”nın da böylece af edileceğini biliyor. PKK nın partisi BDP nin sözcüsü de, gecen Cumartesi günü bunu açıkça söyledi.
AKP, bununla da kalmayıp, Meclis raflarında yargılanmayı bekleyen 608 dosyanın da af kapsamına alınacağını biliyor ve başta Başbakan ve sanık Milletvekilleri, bu suçlardan kurtulmayı düşlüyor.
Muhalefet partileri de, karşı gibi durmalarına rağmen, sırf bu sebeple genel affı bal gibi istiyorlar. Hepsinin gerekçesi, “Toplumsal huzur” muş (!)Geçiniz bu lafları.
2000 yılında çıkarılan ve adına “Rahşan affı” denilen genel af, adaleti yerle bir etti. Yıllardan beri teröre ve teröristlerle, suça meyilli olanlara verilen bu tavizler, toplumu perişan etti.
Yetkiniz olsa da, af çıkarmaya artık hakkınız yok. Suçluyu, ancak suçtan zarar görenler af edebilir. Siz değil.
Askerin Yakasını Bırakın Artık !
Darbe korkusu ve kuşkusu sebebiyle Türk askeri tarihinde görülmemiş ölçüde hırpalandı ve aşağılandı. İktidarın yalaka kalemleri ve sözcülüğünü yapan köşe yazarları, ağızlarına geleni yazdılar, söylediler. Asker, kendisini ancak bazı açıklamalarla savunabildi. O da, yetersiz kaldı.
Bu Ordu, bizim ordumuz, en büyük güvencemiz ve göz bebeğimiz. Suç işledikleri iddia edilenler kovuşturulurken, Ordumuza kurumsal olarak büyük zarar verildi ve veriliyor. Bu çok yanlış ve tehlikeli.
Son olarak, Orduya silah ve cephane taşıyan bir kamyonun, korsan konumuna sokulup Ankara’da Emniyete çekilmesi, Polis ve C.Savcılığı tarafından sorgulanması ve en önemlisi teşhir edilmesi, emsali görülmemiş kötü bir olay. Yurt savunmasındaki askeri “Gizlilik” bu mudur?
“Kusur yokmuş, pardon” demek, verilen zararı tamir etmiyor. Daha duyarlı ve dikkatli olmak gerekiyor.
Bu “Gizli Tanıklık” da Nereden Çıktı?
Ergenekon ve Balyoz darbe planları davaları nedeniyle, yargıda bir de “Gizli tanıklık”uygulaması ortaya çıktı. Yargı, adaleti tecelli ettirmek için her yola başvurmak zorundadır. Ancak, kötüye kullanılması çok kolay olan, hatta adaleti tecelli ettirmek yerine intikam almaya yarayacak olan bu gizli tanıklık uygulaması, bizde ters tepmeye başladı.
Bir defa, tanığın kimliğinin gizli tutulması, ona yalan söyleme imkanını getiriyor. Çünkü, tanığın dilediği gibi konuşmasının, ona göre hiçbir riski yok. İkincisi, el altından çıkar sağlayıp, adaleti yanıltması çok büyük ihtimal olarak görülüyor. Nitekim, bir CHP li Vekilin Erzincan’a giderek bir gizli tanıkla buluştuğu ve ona bir çanta içinde 80 bin lira verdiği iddiaları, bu görüşleri doğruluyor.
Görülen o ki, gizli tanıklığın adalete verdiği zarar, kazanımından çok fazla.
“Adli Tıp Rezaleti” Ne Zaman Bitecek?
Adalete yardımcı olması, bir nevi “Bilirkişi” lik yapması için kurulan Adli Tıp Kurumu’nun skandalları, bir türlü bitmiyor. Kurum, 1980 li yıllarda Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’nin girişinde faaliyet gösteriyordu. Bir gün, bu kurumda çalışan bir Hekim arkadaşımı ziyaret ettim. Kurumda aktif bir görevi ve önemli bir yetkisi vardı. Arkadaşım, sohbet sırasında kurumun iyi çalışmadığını, dışarıdan müdahaleler olduğunu, adalete destek olmak yerine çok kere adaletin yanıltıldığını söylemişti.
Kurum Başkanı’nın, 1990 lı yıllarda Milliyet Gazetesi’ne verdiği bir demeci okuyunca, dilim tutulmuştu. Başkan, aynen şöyle diyordu. “Polis, başımıza tabanca dayayarak, istediği raporu alıyor.”
Kurumda, son zamanlarda yaşanan rezillikleri ve verilen yanlış kararları, böylece adaletin nasıl yanıltıldığını biliyorsunuz.
Bu konuda son sözü söyleyecek yetkilinin araya girip bu rezilliği önlemesi, kurumu bu hale getirenlerden temizlemesi, onun namus borcu olmalıdır. Bunu yapmayan yetkilileri, Allah’ın bir gün Adli Tıp Kurumu’nun zulmüne uğratmasını dilerim.
Müzeler Soyuluyor! Tarih, Yağma Ediliyor!
Türkiye’deki Müzeler ve Milli Saraylarda, paha biçilmez tarihi eserler var. Ülkemizin dışındaki herkesin gözü bu Müzelerde. Bu kadar eski ve kıymetli eserleri, bir türlü koruyamıyoruz.
Turgut Özal Cumhurbaşkanı olduğunda, eşinin Dolmabahçe Sarayı’ndan Çankaya köşküne taşıdığı ve oradan da nereye gittiği bilinmeyen bir çok tarihi eser hala ortalıkta yok.
Uşak’taki Müze, bizzat Müdürü tarafından soyuldu ve Karun’a ait olup, değeri ölçülemeyen altın heykel, henüz bulunamadı. Dolmabahçe Sarayı’nın nesi var, nesi yoktu, bilinemiyor. Yıldız Sarayı’nın bazı eski eserleri, bir memuru tarafından hurdacıya satıldı, ama memur suçsuz bulundu.
Sözün kısası, bu tarihi ve milli servet, Müzelerimizden bir bir kayboluyor. Başka bir söylemle çalınıyor, satılıyor ve Müzelerimiz talan ediliyor. Hem de, bu işler çok defa onları korumakla görevli olanlar tarafından yapılıyor.
Son olarak, Ankara’daki Resim Heykel Müzesi’nden beş yüze yakın çok değerli tablonun çalındığı ve yerlerine renkli fotokopilerinin konulduğu, bizzat Kültür Bakanı tarafından açıklandı.
Kültür Bakanı’na bu küçük pencereden sesleniyorum. “Eğer, bu hırsızları bulamazsanız, size yazıklar olsun. O görevde hiç durmayın.”
Umre’yi de Sulandırdılar !
Yüce yaradan “Hac”cı farz kılmadan önce, Hz.Peygamber’in Kabe’ye yaptığı ziyaretler, “Umre” anlamını taşıyordu. Daha sonra Hac, maddi gücü ve sağlığı yerinde olanlara ömründe bir defa farz kılınınca, Kur’an-ı Kerim, Hac zamanının dışında ayrıca “Umre” yapmanın farz olmamakla birlikte, büyük sevabına işaret buyurdu.
Müslümanların, Hacdan sonra büyük huşu ve huzur içinde yaptıkları bu ibadet amaçlı ziyaret, son zamanlarda kimilerince tam bir gösterişe dönüştü.
Mesela, toplumun geleneklerine ve dinimizin kurallarına aykırı davranan ve topluma kötü örnek olan kimi sanatçı (!) bilinenler, gösterişli “Umre” ziyaretlerine başladılar. İlk bakışta büyük takdir gören bu hareketler, “şov” a dönüşünce ve Umre yapanın daha sonra huyunu değiştirmediği görülünce, amacından uzaklaştı.
İyi niyetlilerin ibadetlerinin kabulünü, şov niyetlileriyse Allah’ın ıslah etmesini dileriz.
Belediyeler, Yolsuzluk Batağında !
Belki hepsi değil, ama çoğu bu batağın tam ortasında. Belediye gelirlerinin artmasıyla yolsuzluklar giderek arttı ve artıyor. Zaten, hiç azalmadı ki. Bu sebeple sık sık tutuklanan Belediye Başkanları, yargılanan Belediye yetkilileri, bu hastalığın şifa bulmayacağını gösteriyor. İşin ilginç yanı, tutuklanan Başkanlar birkaç ay hapis yatırıldıktan sonra, tekrar görevlerine döndürülüyor. Şu adalete bakın!..
Muhalif Belediyelerin üstüne var gücüyle giden iktidar, en büyük yolsuzlukları ve hırsızlıkları yapan kendi Belediyelerini, gözü gibi koruyor. Belediye Başkanlıklarının ve Meclislerinin yarısından fazlası iktidar partisinden olduğu halde, hakkında dava açılan AKP li Belediyeleri parmakla bile gösteremiyoruz.
Bir zamanlar AKP listesinden Adana Belediye Başkanı olan zat, imar oyunlarıyla bölgenin yarısını zaptetmiş. Kendi partisinden olan Başkan Vekili, Başkanın servetinin 2 milyar doları geçtiğini, kaç günden beri söylüyor. Şu hırsızlığa, şu soyguna bakın.Şimdiye kadar görevinden alınması ve yargılanması gerektiği halde, o hala görevini sürdürüyor ve herkese meydan okuyor. Gelen haberlere göre Başkan, Adana Adliyesi’nde görevli Hakim ve Savcılara da arsa vermiş. Yani, hem yiyor, hem de yediriyor.
Başkan, son seçimde AKP den MHP ye geçmiş. Suçlamayı yapan Başkan Vekili de MHP li. MHP, bu iddiaları araştırmak yerine, rüşvetçiliği ortaya çıkaran Başkan Vekilini partiden ihraç ediyor. Bu da, MHP’nin marifeti (!)
Kanaatim o ki, hesap günü geldiğinde bu hırsızlıkların hesabı önce bu Belediye Başkanlarına, daha sonra da onlara göz yuman ve arka çıkan siyasetçilere sorulmalıdır. Sormayanlara, bu namussuzlar kadar “namussuz” gözüyle bakılmalıdır.
Ankara Halkı, Bu Belediyeye Layık !
Taşıma ücretlerine sık sık zam yapan Ankara Belediyesi’ne açılan dava sonunda, ücretler mahkeme tarafından altı yıl önceki rakamlara çekildi. Belediye Başkanı isyan edip, bazı hatları tamamen, bazı hatları ise kısmen seferden kaldırdı. Bunun üzerine halk yollarda kaldı. Ankara halkı, görevini yapmayan ve halka zorluk çıkaran Belediye yerine, yargıya yüklendi ve karara tepki gösterdi.
Bunun üzerine, başka bir mahkeme kararı ortadan kaldırdı ve eski fiyatlara yani, yüksek ücretli taşımaya dönüldü.
Burada iki husus, adeta gözümün içine saplandı. Birincisi, zamlara isyan eden halk, ona destek veren yargı yerine, seferleri kaldıran ve onu yollarda perişan eden Belediyeyi destekledi. Ve, kazıklanmaya razı oldu. Demek ki Ankara halkına, böyle bir Belediye layık.
İkincisi, bu nasıl adalet ki, bir mahkemenin verdiği kararı, üç gün sonra başka bir mahkeme bozuyor. Bu ülkede, hangi mahkemelerin doğru karar verdiğini nereden bileceğiz. Böyle yargıya güven olur mu?
Alın bir yargı ayıbı daha. Ahmet Sağlam, akli ve bedensel özürlü. Çok fakir bir aile olan ablası ile eniştesinin yanında kalıyor. Evden dışarı çıkamıyor ve konuşamıyor.
Bir vicdansız, Ahmet’in kimlik bilgilerini bulup, onun adına şirket kuruyor ve karşılıksız çekler kesip, milleti dolandırıyor. Çekler ödenmeyince, Ahmet mahkemeye veriliyor. Ahmet’in halini gören mahkeme, “Bu işte bir yanlışlık var.” demek yerine, 12500 liralık karşılıksız çek için Ahmet’i bir yıl hapse mahkum ediyor. Öteki çeklerin davaları ise, halen devam ediyor. Yargının adaletini görüyor musunuz?
Ben, bu memlekette yargıya hiç, ama hiç güvenmediğimi defalarca söyledim ve yazdım. Çünkü, yargının yaptığı haksızlıkları ve zulmü kendim yaşadım. Ölünceye kadar da, yargıya katiyen güvenmem.