Şeytan, bir gün büyük bahçeli koskoca bir malikaneye girmiş, merdivenleri çıkmış, boynunda ip olan bir kuzu görmüş. Şeytan ipi çıkarmadan sadece biraz gevşetmiş. Kuzu malikenenin önünde bulunan aynada kendini görüp şaşırınca; bir hamle yapıp aynayı kırmış. Gürültüye duyup gelen evin hizmetçisi kuzuya söylenmiş:
- Eyvah, sen ne yaptın? Ben şimdi burayı nasıl temizliyeceğim? Evin beyi bunu duyunca kesin beni kovar!..
Hizmetçi kuzuya bir tekme atmış. Kuzu merdivenlerden düşünce, ip yetmemiş ve kuzunun boynunu kesip onu öldürmüş. Gürültüyü duyan, evin uşağı gelmiş; neler olduğunu sormuş. Kadın anlatınca, çok kızan uşak bağırmaya başlamış:
- Bunu nasıl yaparsın? Bey şimdi ikimizi de kovacak!.. O kuzu onun için çok değerliydi!..
O hırsla kadını hafifce itmiş. Kadın dengesini kaybedince, merdivenlerden düşmüş, boynu kırılmış ve ölmüş. Biraz sonra eve gelen evin hanımı, olanları öğrenince; sinirlenmiş. Tam uşağı dövmek için uşağa yaklaşırken, uşak diz çöküp yalvarmış:
- Hanımefendi, lütfen beni bağışlayın ve beni kovmayın!..
Uşağın üstüne hızla gelen evin hanımı, ona çarpıp dengesini kaybedince; merdivenlerden yuvarlanmış ve ölmüş. Evin beyi olanları öğrenince, belindeki silahı çekip uşağı vurmuş, sonra kendi kendine söylenmiş:
- Eyvah!.. Ben ne yaptım? Bir kuzu, bir aynanın kırılması ve sevmediğim karım için elimi kana bulamaya, katil olmaya değer miydi?
Çok üzülen evin beyi silahı kafasına dayamış ve bir kurşun da kendine sıkmış. Bütün bu olanları bir kenardan sırıtarak izleyen şeytan, kendini savunmuş:
- Ben hiçbir şey yapmadım ki, sadece kuzunun boynundaki ipi gevşettim; o kadar.
TAZIYA MUSKA
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
Sultan Bayezid, şehzadeliği sırasında ava olan merakından dolayı cins tazılar besletirmiş. Maiyetinde bulunan sipahilerden birisi, şehzadenin gözüne girmek için cins bir tazı alır. Fakat ne talim yaptırdıysa, ne kadar uğraşdıysa nafile. Sipahinin tazısı bir türlü Şehzade Bayezid’in tazılarının hızına ve çevikliğine ulaşamaz. Sipahi, çareyi civarda yaşayan Buharalı Mustafa Dede’nin kapısında arar. Bir gün Kızılırmak’ta tuttuğu balıkları bir söğüt dalına dizip Mustafa Dede’nin kapısına dayanır. Kapıyı onbeş yaşlarında bir delikanlı açar. Bu, şeyhin oğlu Hamdullah’dır.
Delikanlı sorar:
-Babam evde yok, hacetiniz ne idi?
Sipahi boyun büküp der ki:
-Balıkları babanıza hediye getirmiştim. Tazıma muska yazdıracaktım.
Hamdullah bakar ki balıklar taze:
-Ağam, gam çekmeyin. Muskayı ben de yazarım, babamdan ruhsatım var, der.
Muska yazılır, tazının boynuna asılır. Artık sipahinin tazısı şehzadenin tazılarına göz açtırmaz. Nerede bir av varsa, ilk önce sipahinin tazısı avlar. Bayezid’in emri ile tazı huzura getirilir. Bakar ki boynunda bir muska asılı, emreder açtırır.
Muskada şunlar yazılıdır:
Tamah ettim semeğe (balığa)
Muska yazdım köpeğe
Ya geçsin tazıları
Ya dayansın köteğe..
Şehzade Bayezid muskanın macerasını dinledikten sonra yazının güzelliğine hayran olur. Hamdullah ile tanışıp dost olurlar. Sultan Bayezid Han’ın 1481’de tahta çıkmak için İstanbul’a giderken yanında götürdüğü Hamdullah, zaman gelir hat sanatının en büyük üstadlarından Şeyh Hamdullah olur.
FITIK AMELİYATI
Bir gün çok ünlü bir ressamımızın yolu, önemsiz bir hastalık nedeni ile Karadenizli doktorumuz Temelin muayenehanesine düşmüş. Dr. Temel para almamış, küçük bir resmi tercih edeceğini söylemiş. Ressam bir süre sonra koca bir tablo ile gelince:
-“Uyy, pu çok değerli, kapul edemem.”
Ancak ressam alması için ısrar edince:
-“Peçi öyleyse, size bi fituk ameliyati borcum olsun.”
|