İki arkadaş, cesaret konusunda iddiaya girmişler. Cesaretlerini ölçmek için, mezarlıkta bir gece yatmayı seçmişler. Aynı gece mezarlıkta buluşmuşlar. Gece yarısı uğultular gelmeye başlamış. Korkudan ne yapacaklarını şaşırmışlar. Ancak erkekliğe leke sürmemek için, olayın üstüne gitmeye karar vermişler. Uğultunun geldiği yöne doğru yürümüşler. Biraz yaklaşınca; yaşlı bir adamın mezar taşına bir seyler yazmaya çalıştığını görünce, rahatlamışlar. Daha cesur olanı ihtiyarın yanına gidip sormuş:
- Yahu amca, korkuttun bizi!.. Ne yapıyorsun gece vakti burada?
İhtiyar yavaşca dönüp, tıslayan bir sesle cevap vermiş:
- Mezar taşıma, adımı yanlış yazmış adiler!..
MAHKEME HAZIRIM
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
III. Selim Han gayet cesur, silahşörlükte de hüner sahibi bir kimseydi. Zaman zaman tebdil-i kıyafet ederek halkın arasına karışır, istek ve şikayetlerini öğrenirdi. Bir gün tersane kahyası kıyafetiyle akşam vakti Sultanahmed civarına çıktı. Maiyetindekiler de kalyoncu neferi gibi giyinmişlerdi. Sultanahmed Camiinden aşağı Sokollu Mehmed Paşa yokuşundaki tenha yerlerden aşağı inerlerken bir kadın feryadı işittiler. Hemen oraya yöneldiler. Yeniçeri tulumbacılarından bir zorba, bir kadının yolunu çevirmiş;-
Yürü benimle! Diye zorluyordu.
Kadın da;
-Kardeşim! Ben ehl-i namus bir kadınım. Evim Küçükayasofya’da. Çocuğum hasta. Eczaneden ilaç aldım. İşte elimde. Evime dönüyorum. Bana ilişme. Mahalleme gel sor... diye feryad ediyordu.
Tulumbacı ise sarhoş, gözü kararmış, küfürler savurarak bıçağını çekmiş, tehdide başladı. Kadın, o anda oraya yetişen, kalyoncu kıyafetindeki padişah ve maiyetini farketti ve onlara:
-Aman kaptan ve kalyoncu din kardeşlerim!... beni bu herifin elinden halas edin diye yalvarmaya başladı.
Bunun üzerine tulumbacı işi daha da azıttı ve yatağanına el atıp padişahın üzerine yürüdü. Fakat silahını henüz yarısına kadar çıkarmağa bile vakit bulamadan, Sultan Selim kılıcını çekerek adamı belinden ikiye böldü. Ertesi gün de Babıâlî’ye şu tezkereyi gönderdi:
“Sokollu Mehmed Paşa yokuşunda maktul olan tulumbacıyı ben öldürdüm. Veresesi var ise şer’an mahkemeye hazırım”
MİGROS
Temel, bir tarikata katılmak istemiş. Tarikat şeyhi demiş ki:
- Bize katılmak için sınavlardan geçmen gerek. İlk sınavın; kadınlara üç hafta yaklaşma, dayanabilirsen, üç hafta sonra gel, görüşelim.
Temel üç hafta sonra süklüm püklüm gelmiş şeyhin önüne. Şeyh sormuş:
- Üç haftan nasıl geçti?
Temel başlamış anlatmaya:
- İlk hafta kolay geçti. İkinci hafta biraz zorlandım. Son hafta Fadime ile Migrosa gittik. Fadime üst raftaki konservelere uzanınca icim gitti. Konserve düşüp, Fadime yere eğilince; ben de kendimi tutamadım.
Tarikat şeyhi Temel'e kızmış:
- Bu durumda seni tarikata katiyyen alamam.
- Ula ne tarikatı? Ben ondan çoktan vazgeçtim. Beni Migrosa almıyorlar artık!.. Benim derdim o!..
İNSANLAR GİBİ DÜŞÜNÜR
Nasreddin Hoca pazarda dolaşırken, bir papağanın on iki altına satıldığını görünce şaşıp kalarak yanındakilere sormuş:
- "Bu kuş neden bu kadar para ediyor ?"
- "Bu papağandır" demişler, "konuşur."
Hoca doğru evine gitmiş. Hindisini koltuğunun altına alıp pazara getirmiş.
- "Kaça hindi ?" diye sormuşlar.
- "On beş altın" demiş Hoca.
- "Bir hindi on beş altın eder mi ?" demişler.
- "Görmüyor musunuz !" demiş Hoca; "yumruk kadar papağanı on iki altına satıyorlar."
- "Onun marifeti var, insan gibi konuşur. Ya seninki ne yapar ?" diye sormuşlar.
- "O düşünmeden konuşur" demiş Hoca ; "Bu da insanlar gibi düşünür."
|