Bir zamanlar bir genç mutluluğun sırlarını öğrenmek istemiş. Bir bilge aramış. Sormuş, soruşturmuş falanca kişidir demişler. Kırk günlük mesafedeki bir köşkte yaşadığını öğrenmiş. Üşenmemiş, yola çıkmış ve bilgeyi bulmuş.
Bilge, onu güzel bir ziyafetle ağırlamış, isteğini sormuş: ”Mutluluğun sırrı” demiş delikanlı ”bana bunu öğret.”
Bilge bu sırrı vermeyi kabul etmiş. Delikanlının eline bir kaşık vermiş, iki damla sıvı yağı da kaşığın içine koymuş.
“Köşkümü bir güzel gezeceksin ancak bu yağı dökmeyeceksin” demiş. Delikanlı sarayı geziyormuş ama gözü devamlı kaşıktaymış. Dönmüş gelmiş.
Bilge sormuş: “Salondaki Acem halılarını gördün mü, kütüphanedeki şömineyi fark ettin mi, bahçedeki gülleri gördün mü?” şeklinde bir yığın ayrıntı sormuş. Utanan delikanlı, hiçbir şey görmediğini itiraf etmiş. Çünkü sadece yağa bakıyormuş. Bilge şöyle demiş: “Öyleyse git şimdi daha dikkatli olarak köşkümün harikalarını gör. Oturduğu evi tanımadan o insana güvenemezsin.” İçi rahatlayan delikanlı, kaşık elinde gördüğü her şeyi hafızasına adeta kazırcasına dikkat etmiş, gördüklerini bir güzel anlatmış.
Bilge; “Peki sana emanet ettiğim iki damla yağ nerede?” diye sormuş. Kaşığa bakan delikanlı, iki damla yağın dökülmüş olduğunu görmüş.
Bilgeler bilgesi demiş ki; “Mutluluğun sırrı, dünyanın bütün harikalarını görmektir ama iki damla yağı unutmadan.”
TORTUMLU
Her yıl dünyanın bir bölgesini gezmeyi adet edinen Tortumlu, dönüşünde de gördüklerini etrafına ballandıra ballandıra anlatıyormuş. Kahvedekilerden biri sormuş:
- Mehmet, bu sene nereye gittin?
- Afrikaya.
- Eee?
- Orada safari yapdık.
- Ula safari nedir?
- Çeşit çeşit yaban hayvanı vurduk işte!..
- Ya sen ne vurdun?
- Zürafa vurdum.
- Ula zürafa nedir?
- Eşeği bilirsin?
- Heee.
- Onun ayahları iki metre, boynu iki metre olanı.
- Başka?
- Gergedan vurdum.
- Ula o nedir?
- Eşeği bilirsin?
- Heee.
- Ondan üç taneyi birleştirirsin, burnuna da bir takıntı yaparsın, o.
- Başka?
- Piton vurdum.
- Piton ne ki?
- Eşeği bilirsin?
- Heee.
- Şeyini de bilirsin?
- Helbet.
- Onun dört metre olanı, ama eşek yok!..
SEN O ZAMAN GÖRÜRDÜN SESİ
Nasrettin Hoca hamama gitmiş, bakmış ki; hamamda in yok, cin yok, kendi kendine konuşacak değil ya; ağırdan ağırdan bir türkü tutturmuş. Hocanın sesi öyle güzel çıkmış ki; kulaklarına inanamamış. Sesine hayran olan Nasrettin Hoca, kendi kendine sormuş:
- Vay be, benim kendimden haberim yok, meğer ne dokunaklı sesim varmış!.. Ulan bu ses koskoca hamamı inim inim inletsin de, müslümanlara niye temcit dinletmesin?
Hamamda yıkandıktan sonra minareye çıkmış, başlamış temcit okumaya. Aşağıdan birisi söylenmiş:
- Kim bu vakitsiz öten horoz? Ne berbat bir sesi var yahu!..
Hoca minareden eğilmiş ve demiş ki:
- Bre müslüman, bir hayır sahibi çıkıp da, şu minarenin tepesine bir hamam yaptırsaydı; sen o zaman görürdün sesi!..
|