Bayramlaşmaya gelen Bektaşinin eline bir şeker tutuşturarak onu başından savmaya çalışan konak sahibi, şeker de bedavaya gitmesin diye Bektaşiye sormuş:
- Erenler gece bir rüya gördüm, yorumlar mısın?
- Anlat bakalım.
Adam anlatmaya başlamış:
- Geniş bir düzlükteyim; harman yeri mi desem, bayram yeri mi desem? Düzlüğün ortasında bir bina; han mı desem, hamam mı desem? Bahçesinde geniş bir su; havuz mu desem, deniz mi desem? Başımın üstünde bir kuş sürüsü; turna mı desem, karga mı desem, acaba ne desem?
Bahşiş alamayan Bektaşinin tepesi atmış:
- Anlaşıldı, anlaşıldı. Senin başın belaya girecek ama, akşam mı desem, sabah mı desem? Bugün mü desem, yarın mı desem? Bir meteliğe kıyamayan teres, bilmem ki daha ne desem?
NE GİYERSEN GİY
Adamın birini, vergi dairesine çağırmışlar. Yanında bütün defterlerini ve hesaplarını da getirmesini istemişler. Adam korku içinde, mali danışmanına gitmiş ve sormuş:
- Vergi dairesine giderken nasıl giyineyim? Ne tür bir izlenim bırakırsam, bana daha az vergi cezası keserler?
Mali danışman öğüt vermiş :
- En eski elbiselerini giy. Yoksul ve muhtaç bir görüntü ver ki; sana az ceza kessinler.
Adam güvenemeyip, bir de avukatına danışmış. Avukat, mali müşavirin tam tersi bir öğüt vermiş :
- En yeni, en pahalı elbiseni giy. Güvenli, kendinden emin bir görüntü ver ki; daha az ceza kessinler.
Adamı bu öğütler tatmin etmemiş. Aklına güvendiği, filozof bir arkadaşına aynı soruyu sormuş. Akıllı arkadaşı bir hikaye anlatmış:
- Bir gelin, zifaf gecesi ne giymesi gerektiğini bir arkadaşına sormuş. O da, gırtlağa kadar kapalı, koyu renk bir gecelik giymesini tavsiye etmiş. Bir başka arkadaşı ise, dekolte, şeffaf bir gecelik giymesini söylemiş.
Vergi dairesine giderken ne tür bir elbise giymesi için arkadaşından öğüt bekleyen adam, bu hikayeyi dinledikten sonra, sormuş:
- Zifaf gecesi ne giyeceğini bilemeyen gelinle, vergi dairesine giderken ne giyileceğini soran benim aramda ne gibi bir ortak yan var ki?
Adamın akıllı arkadaşı gülerek, izah etmiş:
- Ne giyersen giy; başına gelecek şey aynıdır!..
YÜZÜNÜ KAPASANA
Temel derede yıkanırken, köyün çocukları hınzırlık yapıp, dere kenarında bıraktığı elbiselerini alıp kaçmışlar. Dereden çıkan Temel, elbiselerini bulamayınca, utancından bir eliyle önünü bir eliyle de arkasını kapayarak eve doğru koşmaya başlamış. Temel'in uzaktan çırılçıplak, koşarak geldiğini gören babası bağırmış:
- Ula Temel, ula benim salak uşağım!.. Yüzünü kapasana da!.. Önündekini, arkandakini kim tanıyacak?
BANA BURADA İŞ YOK
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
Osmanlıların yirmi ikinci padişahı olan Sultan II. Mustafa 1695-1703 yılları arasında hüküm sürmüştür. Bu devirde İran Şahı bir nezaket eseri olarak Osmanlı sarayına, iyi yetişmiş ve mesleğinde uzman olan bir doktor göndermişti. Osmanlı sarayına gelen hekim, sarayın sosyal yaşamını soruyor. Deniyor ki:
-Burada acıkmadan sofraya oturulmaz ve tam doymadan sofradan kalkılır.
Bunu öğrenen hekim:
-Öyle ise bana burada iş yok, boşuna gelmişim." diyerek memleketine dönüyor.
|