Karadenizli, Kayserili ve Diyarbakırlı üç arkadaş aynı trafik kazasında ölünce, cenazeleri dualarla, gözyaşlarıyla kaldırılmış. Aradan birkaç gün geçmiş, bir de bakmışlar ki; Karadenizli mezardan çıkmış, üstünü silkeleyerek geliyormuş. Önce büyük bir panik yaşanmış, sonra bakmışlar ki; zombi mombi değil, bayağı kanlı canlı, cesaret edip yanına yanaşmışlar ve merakla sormuşlar:
- Yahu sen öteki dünyadan nasıl geri döndün?
- Öte tarafta da işler buradaki gibi yürüyormuş meğer, rüşvet, haksızlık, yolsuzluk. Geri göndermek için 10 bin lira istediler. Ben de bastım parayı geri geldim.
- Diğer iki arkadaş niye gelmedi?
- Vallahi ben gelirken, Kayserili hâlâ "5 bin liraya olmaz mı? Yap bir indirim de ayağımız alışsın!.." diye pazarlık ediyordu.
- Ya Diyarbakırlı?
- O da "Ben vermem, bana ne, devlet versin!.." diye inat ediyordu.
UNUTUYOR
Karısı Fadime ölünce 80 yaşında dul kalan Temel, çocuklarına demiş ki:
- Ula uşaklar, bu yalnızlık hiç çekilmiyor. Ne olur eli yüzü düzgün güzel bir kız bulup beni evlendirin da!..
Temel'in bu isteği karşısında şaşkına dönen çocukları başlamışlar söylenmeye:
- Yahu baba etme eyleme, el âleme ne deriz? Hem bu yaştan sonra karıyı ne yapacaksın? Hem sana kızı nerden bulacağız?
Ne deseler de bir türlü babalarını ikna edemeyen çocuklar, köyün çıtır kızlarlarından birini onun için istemeye gitmişler. Çeşitli pazarlıklardan sonra kız tarafı razı olunca, düğün günü gelip çatmış ve gelinle damat gerdeğe girmiş. 80 yaşındaki babaları Temel'e bir şey olmasından korkan çocukları da sabırla dışarıda bekliyorlarmış. Bir saat geçmiş; ses yok, iki saat geçmiş; yine ses yok. Dört beş saat sonra yeni gelin kan ter içinde ve son derece bitkin bir vaziyette odadan dışarı çıkmış. Merakla bekleyen Temel'in çocukları yeni geline sormuşlar:
- Babamız iyi mi?
Yeni gelin cevap vermiş:
- Babanız iyi de, yirmi dakikada bir ne yaptığını unutuyor!..
DARI EKMEK
Bu Bir Osmanlı Hikayesi
Padişahlardan biri maiyetiyle birlikte bir gezintiye çıkmıştı. Yolu üzerindeki bir köyde çok yaşlı bir adamın tarlasına fidan dikmekle meşgul olduğunu gördü. İhtiyara uzaktan seslendi:
- Baba, sen ne diye fidan dikmeye uğraşıyorsun? Maşallah yaşını yaşamışsın, bu diktiğin fidanların meyvesinden herhalde yiyemezsin.
İhtiyar cevap verdi:
- Bu diktiğim fidanların meyvesini bizim yememiz şart değil evlat. Biz nasıl bizden öncekilerin diktiği fidanların meyvesinden yedikse, bizim diktiğimiz fidanların meyvesini de bizden sonrakiler yer.
Bu cevap hükümdarın hoşuna gitti ve ihtiyara bir kese altın verilmesini emretti. İhtiyar bu ihsanı karşılıksız bırakmadı:
- Gördün mü evlat, bizim diktiğimiz fidanlar şimdiden meyve verdi.
Bu cevap da hükümdarın hoşuna gitti, bir kese daha altın verilmesini emretti. Yaşlı köylü sıradan biri değildi. Çarıklı erkânı harp diye nitelenen kişilerden biriydi:
- Evlat herkesin diktiği fidan yılda bir defa meyve verir, bizim diktiğimiz fidan yılda iki defa meyva verdi. Bu diplomatça cevap da hükümdarın hoşuna gitti ve bir kese daha altın verilmesini emretti. Ama bu defa vezir araya girdi ve hükümdarı uyardı:
-Aman sultanım bir an önce buradan uzaklaşalım. Bu ihtiyar bu gidişle tarlasına fidan dikmek yerine, devletin hazinesine darı ekecek.
|